Tıkanmış ve ruhunu yitirmiş hayatların tam ortasında buldum kendimi. Çözemediğim binlerce manzara, soramadığım tonlarca soru kafamdaydı. Yolumu sorgularken ve ruhumu dinlerken buldum sabaha karşı aklımı. Aradığım huzuru hiç bir insanda ve hiç bir kitapta bulamadığımda. Seçilmiş değil, zorunda olduğum bir yaşam sunulmuştu gözlerimi ilk açtığımda. Herkes gibi gerçekleri kabullenmem gerekirdi belki ama ben doğru bildiğim hiç bir şeyi savunamadığımda farkına vardım, yaşam denilen şeyin ne kadar anlamsız olduğunu. Yaptığım her yanlış dimdik ayakta durmamı sağlayan ağaçlar olduğunda. Kurduğum her hayalde kendimi boğduğumda. vazgeçmekten, düşünmekten sorgulamaktan, hissetmekten ve sona gelmekten asla vazgeçmediğimde. sınırlarımı keşfedip kendimi zorlayabildiğim kadar zorladığımda bile ılık bir bakışın tam tepemde olduğunu hissettim. Penceremden içeri süzülen güneş hep vazgeçmemem gerektiğini fısıldardı. Yalnızlığım, yaşadığım tüm acıların uyuşturucusu oldu. Bir şansım daha olsa söylemek istediğim çok şey olurdu ama ben yine susmayı tercih ederdim. Herhangi bir beklentim olmamıştı hiç bu dünyadan. Ona verebildiğim en az hasarı verip, en büyüleyici kokuların üstüme sinmesini sağlayıp, görebileceğim en sıcak gözlere içtenlikle bakıp, sessizce gitmek isterdim yaşamlarından. Bir kaç yorgun yüreği arkamda bırakıp, söylemeye cesaret edemediğim bir kaç sözü gözlerinize emanet edip sonsuz olmak isterdim en çokta.